64. Hükümet bir "Tasfiye Hükümeti" mi olacak?
1 Kasım seçimleri ülkenin kan gölüne çevirildiği, seçmenlerin baskıyla terörle sindirilmeye çalışıldığı, siyasi partilerin dışarıdan baskılarla yönlendirildiği, basının susturulduğu ve tüm devlet imkanlarının AKP lehine seferber edildiği adaletsiz bir ortamda gerçekleşmiştir.
7 Haziran seçimlerinden başarı ile çıkan Milliyetçi Hareket bu tarihten itibaren görülmedik saldırı ve komplolara maruz bırakılmıştır. Esasen Millietimizin iradesine hayır diyen AKP iken, Partimiz aleyhine kara propoganda yapılmıştır.
Meşruiyeti sorgulanma noktasına gelmesi gereken böyle bir seçim sürecinin sonucunda Türkiye'yi tarihinin en zor ve sıkıntılı durumlarına düşürmüş olan bir partiye yeniden tek başına iktidar verilmiştir.
Seçimlerin hemen ardından Ülkemiz siyasetinin hangi yönlendirmelerin etkisi altında olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. AKP'nin ülkeyi sonu belirsiz maceralara sürükleyeceği, yeni ve büyük sıkıntıların kapıda olduğu, geçen 20 gün içinde çok net şekilde görülmüştür.
1 Kasım seçimlerinin ertesi günü “Öcalanı Zindanlarda Çürütüyorlar” diyenler, 7 haziranda buzdolabına kaldırdıklarını iddia ettikleri yıkım sürecine daha sevimli adlar bulup seçimden sonra hemen buzdolabından çıkartanlar, seçim sonuçları henüz resmen açıklanmadan Başkanlık hayallerini anayasamızın değişmez prensipleri ile pazarlık masasına yatıranlar, neden bunları 1 kasımdan önce açıkça halkımıza beyan etmemiş, kandırmışlardır. Üstelik kendi emellerini gizlemek için Milliyetçi Hareket Partisini “Hayırcı” ilan etmişlerdir.
Aziz milletmiz 1 Kasımda oylarını gasp edenleri iyi tanımalıdır. Milliyetçi Hareketin neye ve niye hayır dediği açık seçik ortaya çıkmıştır. Esasen, AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde elde ettiği sayısal çoğunluk, korku, şantaj ve aldatmayla sahip olunan emanet oylara dayanmaktadır. Özellikle milliyetçi muhafazakar emanet oyların AKP’den beklentisi; yolsuzluklarla mücadele, anayasanın ilk dört maddesini koruma, terörle ödünsüz mücadele ve çözüm sürecinin sonlandırılmasıdır.
Ne var ki, 1 Kasim seçimlerinden sonra AKP’de bir yetki kargaşası baş göstermiştir. Seçimlerden önce yeni Anayasa'dan ve başkanlık sisteminden hiç bahsetmeyen Cumhurbaşkanı, şimdi bu beklentilerini ve hesaplarını her şeyin önüne geçirmiştir. Cumhurbaşkanının Kasım seçimlerinin hemen ardından Anayasa değişikliği kisvesi altında Türkiye’yi bir sistem değişikliği niyetleri açık açık ortaya çıkmıştır.
İstenilen sistem sınırsız yetkilerle donatılmış emperyal bir başkanlık sistemidir. Bu sistem akademisyenlerce de “Tayyip tipi” başkanlık sistemi olarak ifade edilen, Başkanın kendisine tüm yetkilerin ve sınırsız seçilme hakkının tanındığı, arap baharı ile Ortadoğu coğrafyasında sonu getirilmeye çalışılan baskı ve saltanat rejimlerinin bir kopyasıdır.
Bu bağlamda AKP’de kelimenin tam anlamıyla bir iki başlılık mevcuttur. Nitekim, Cumhurbaşkanı "senkronize olmalıyız" sözleriyle bu durumu tescil etmiştir. Tek parti hükümeti olmasına rağmen Bakanlar Kurulu oluşturulmasının bu kadar uzun sürmesi, medyaya sızan kadarıyla pazarlık ve alver sürecinin uzaması, bu iki başlılığı daha açık ortaya koymaktadır.
Maalesef 64. Hükümet sistem değişikliği tartışmalarının gölgesinde kurulmaktadır. Yeni Hükümet gerçekten birikmiş problemleri çözen bir hükümet mi olacak? Yoksa parlamenter rejimi, kuvvetler ayrılığını, Milli Birliği ve Bütünlüğü çözen ve Anayasayı tasfiye edecek bir vesayet hükümeti mi olacaktır?