İşaret Taşlarımız: Cinuçen Tanrıkorur

Kültürümüzün genlerini koruyan bir savaşçı. Sadece bir musikişinas değil, O üslup sahibi bir müzikolog, bir fikir adamıdır. Müzik felsefesi ve müziğin felsefesi konularına hakim Cemil Meriç ten etkilenmiş bir sanatçıdır. Cinuçen Bey’in yaşadığı dönem Türk müziğinin horlandığı, batı hayranlığının dorukta olduğu bir dönemdir. Batı hayranlığı seline kapılan, kültürümüzü erozyona uğratan milli değerlerimizin korunması için hep dimdik durmuş bu mücadeleyi yaparken de Türkçeyi bütün imkanları ve kıvraklığı ile kullanmıştır.

Adı üstada çıkmış beynini ve ipini batıya teslim eden kişiler ile cebelleşiyor müzik ve sanatla ilgili problemleri tartışmaya açıyor onlara karşı müdafaanameler hazırlıyordu.

O iyi bir ud virtüözü idi. Eserlerini icra ederken O’nu sazıyla bir olmuş halde görürüz. O Türkçe’nin düzgün kullanılmasına dikkat çekerdi. Kelime ve kavramlar yerli yerinde kullanılmaz ise anlam sapmalarına sebebiyet vereceğini izah eder uyarılarda bulunurdu. Mesela “alaturka” kelimesinin yanlış kullanıldığını söyler aslını ise şöyle izah ediyordu: 18. Y.Y başlarından itibaren mehter musikimizden etkilenen batılı besteciler(Mozart ve Beethoven ) Türk müziğinden esinlenen ve motifleri olan besteler yapmışlar. Kültürümüzün Avrupa da etki bıraktığı dönemde müzik literatürüne de birçok kelime ve deyimlerin girmesine sebep olmuştur. Alaturka şeklinde söylenilen İtalyanca “Alla Turca “ uluslararası bir müzik terimidir. Ve sadece Türk(askeri müziği) tarzında demektir. Dolayısı ile batılı bestecilerin kullandığı şekliyle alaturka sözünün ne klasik müziğimizle nede takvim, tuvalet, saat, yemek gibi kelimelerle bir ilgisi yoktur.

Usta; müzikteki çok seslilik ve tek seslilik konusuna da açıklık getirmiş meseleyi şöyle izah etmektedir. Yetmişli yıllardan beri orta öğretim müfredatlarında tek sesli müzik ilkel çağ dışı yani alaturka müzik, çok sesli ise modern, çağdaş, gelişmiş, evrensel “klasik” müzik öğretisi dayatmaları ile eğitimimiz sürdü. Tabiat da hiçbir müzik sesi yalnız değildir yan sesler iledir. Bu durum sesin tabiatında vardır. Makam ve Usül fakiri olan batı önce insan seslerin ayırt etmiş sonra sazlar ve bunları kendi yeterliliğine uyarlayarak rahat söyleyip çalmak için bir çerçeve içerisinde eserler yazmaya başlamışlardır. Bu durum da batıyı tatmin etmemiş zaman içerisinde atonal, çeyrek sesli, dodekafonik, elektronik ve benzeri tür arayışlar içerisin girmişlerdir. Bizim müziğimiz ile kıyaslama yaparsak; Batı oktavının 12 sesine karşılık 43 perdemiz onların 5 temel(4 minör, 1 majör)kalıbına karşılık 587 makamımız yine onların (batının) 2ve 3 zamanlı sadece iki temel ritmine karşılık bizde 80 değişik usulümüz vardır. Bu durumsa hangi müziğin ilkel hangisini gelişmiş olduğunu veriler doğrultusunda görüyoruz.

Türk müziği malzeme zenginliğinden dolayı armoni ve benzeri efektlere ihtiyaç duymamıştır. Bizim müziğimiz doğu müzikleri gibi tek porte üzerine yazılabilir ama tek sesli değildir. Çok sesli batı müziği kendi içerisinde ihtişamlı gözükse de bu ihtişamın içerisinde Dede Efendiye, Itriye yer yoktur olması mümkün değil çünkü ihtişamlı gözüken batı yapısı içinde segah, saba, nede şedaraban dahası ne bozlak ne bir halay nede bir zeybek onların eşlik edeceği bir kapasitesi yoktur.

Cinuçen usta Türk müziğinde sanat müziği halk müziği gibi ayrımlara da bir düzeltme yapmaktadır.

Halk müziğimizde klasik müziğimizde askeri ve dini müzik gibi bu milletin öz malı ve eseridir. Çünkü kaynak birdir. Her ikisi de aynı kama aralıklı ses sistemine makam- usül- çalgı form ve şiir özelliklerine dayanır. Her ikisinde de farklılık sadece icra dadır.

Ve unutmayalım kendi değerlerinin farkında olmayan veya bunları küçümseyen milletlerin başka milletlerin gözünde değeri olmaz. HER ŞEY ASLINA DÖNER.