Ama sonuçta, yıllardır MHP’nin uyarılarını dikkate almayan, tüm eleştirileri düşman olarak gören Başbakan Erdoğan Güneydoğu bölgesinde birçok şehirde PKK’nın alan hakimiyeti kurmasını, yol kesmesini görmezden geldi. Hükümetin tavizkar tutumu PKK’yı iyice cesaretlendirdi ve şımarmalarına yol açtı. Başbakan’ın sözde “Çözüm Süreci” dediği süreç “çözülme ve çürüme süreci”ne dönüştü.
Erdoğan ve Arınç Aklımızla Alay Ediyor!
Ama Başbakan’ın sanki hiç sorumluluğu yokmuş gibi çıkıp, askeri ve polisi suçlaması hiç anlaşılır bir şey değildir. Daha doğrusu bu milletin aklıyla alay etmektir. Başbakan bu olay üzerine Salı günkü AKP Grup toplantısında şunları söyledi: “Orada bulunan askerdi, komutandı hepsi bunun bedelini ödeyecektir.”, “Şimdi çıkacak birisi garnizonun duvarlarını aşacak, Türk bayrağını indirecek, o bayrağı indirirken o görevliler seyredecek. Neymiş? Çözüm sürecini sekteye uğratmayalım. Ne demek ya? O bayrağı indireni, neyse alacaksın, indireceksin, gereğini de yapacaksın. Yapmıyorsan da sorumlusun. Herhalde ben Ankara’dan gelip de o bayrağı indireni, indirmeyeceğim. Burada çözüm süreci.. böyle bir şey olmaz. Bunun gereği neyse bunu yapmaya mecbursun. Askerin polisin bahanesi olamaz.”
Başbakan’a sormak lazım: Senin yardımcın Bülent Arınç “Eğer sabır olmasaydı, hükümetin siyasi iradesine bağlılık olmasaydı, bayrak direğine çıkmaya çalışıp o bayrağı oradan indirmeye cüret eden insana cezası o anda verilirdi” demedi mi? Bu nasıl bir anlayıştır? Bir taraftan Hükümet askere “ateş etme” diyor! Diğer taraftan bayrağı indirene gereğini niye yapmadın diyor! Başbakan bir taraftan “Bayrağı neden indirttin?” diye komutana hesap soruyor ve güya PKK’ya yüklenerek Cumhurbaşkanlığı seçiminde (aday olabilirse!) milliyetçilerin oyunu almaya çalışıyor! Öte yandan “Orada birisi ölseydi çözüm sürecine zarar gelirdi.” diyerek de kürt kökenli vatandaşlarımızın oyunu almak için mesajlar veriyor! Yani Başbakan Erdoğan milletin aklıyla dalga geçiyor! “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” denir bu gibi durumlarda!
Siz milletin her şeyi unuttuğunu düşünerek bunları yapıyorsanız, bunun kolay unutulacak bir şey olmadığını ve bir gün mutlaka hesabının sorulacağını size hatırlatmamız lazım.
Genelkurmay Başkanı Başbakanın Emir Eri mi?
Öte yandan şanlı bayrağımızın indirildiği yer olan Diyarbakır 2. Hava Komutanlığının en üst sorumlusu olan Genel Kurmay Başkanı da adeta Başbakan’ın emir eri haline geldi. Nöbet yerindeki gönderde ve güvenlik çemberi içinde olan bayrağa saldırı olması veya başka bir taciz olması durumunda, nöbetçi komutana sormadan ateş etme yetkisine sahiptir. Nöbetçiler ateş etmemiş çünkü Bülent Arınç’ın da dediği gibi “Hükümetin siyasi iradesine(!)” uyulması emredilmiş. Genelkurmay ise sadece “Olayın takipçisiyiz” diyor.
Genelkurmay Lice olaylarına da ses çıkarmıyor. Bir sivil savcı Lice’de eylem yapanlara ateş açan jandarmanın silahlarına el koyuyor. Askeri savcılıktan ve TSK’dan ses çıkmıyor. Mevzilerine sızmaya çalışan birine ateş eden Jandarmanın silahına savcılıkça el konulan bir yerde, bir nöbetçi nasıl ateş açacak? Ateş açarsa kendisini kim koruyacak? Ergenekon, Balyoz, Casusluk davalarında kendi mensuplarını koruyamayan, korumayı bırakın sesini bile çıkarmayan bir noktaya gelen Genelkurmay’dan bu konularda inisiyatif beklemek hayal gibi görünüyor.
Musul’da İkinci Çuval Vakası
El Kaide ile ilişkili olduğu iddia edilen IŞİD örgütü bilindiği gibi Suriye içinde faaliyet gösteriyordu ve AKP Hükümetinin Nusra Cephesi ve IŞİD’i desteklediği hem Türk hem de yabancı medyada yer almıştı. Geçtiğimiz günlerde IŞİD Musul şehrini ele geçirdikten sonra, Türkiye’nin başkonsolosluğunu da işgal etti. Bundan daha vahim olan şey ise konsolosluk çalışanlarını da esir alması ve başkonsolosluğu IŞİD’e karşı korumak için gönderilen özel harekat polislerine Ankara’dan teslim olun talimatı verildiği iddia edildi.
Bu arada Dışişleri Bakanlığımız ise “Durumu inceliyoruz” açıklamasından başka bir şey yapmadı. Maalesef Dışişleri Bakanlığı o bölgede böyle bir gelişmenin olacağı uyarılarına rağmen önlem almakta gecikti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Irak’ın ikinci büyük kenti olan Musul’daki gelişmelerin kabul edilebilir olmadığını belirterek, “Eminim ki böyle ‘oldu-bitti’ gelişmelere müsaade edilmez bölgede” dedi.
Yani “sıfır sorun” diyerek “sırf sorun” haline gelen dış politikamızın Suriye ve Irak’ta tökezlediğinin resmidir bu açıklamalar… Bayrağımıza, yani namusumuza sahip çıkamayan Başbakan burada da Davudoğlu’nun aklına(!) uyarak milletin aklıyla dalga geçmektedir.
Türk Milleti Bayrağını İndirtmez!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, milli imkanlarla geliştirilen T-129 ATAK taarruz ve taktik keşif helikopterin kokpitine binmişler ve poz vermişler. Ben de “asker bayrağı indirene gereğini yapmıyor, onların yerine helikopterle gidip biz gereğini yapalım” diyorlar sandım. Oraya gitmeyecekseniz inin o helikopterden! Siz gitmeyecekseniz –ki sizde o cesaret ve şahsiyet yok-- biz gidelim!
“Türk” kelimesinden rahatsız olan ve her yerden kaldıran, andımızı okullarda yasaklayan, “tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak” sözlerinden rahatsız olan AKP bayrağımıza sahip çıkamasa da Türk Milleti bayrağına sahip çıkacaktır. Bu millet bayrağını geçmişte de yere indirtmedi, bugün de indirtmez!
Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızın ilk mısraında şöyle diyor:
Korkma… Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!
Sönmeden yurdumun üstünde yüzen en son ocak!
Henüz yurdumuzda tüten en son ocak sönmediğine göre, al sancağımız da sönmeyecektir. Atatürk’ün 1930'da Aspendos Antik Tiyatrosu'nu ziyaretinde Yörük çadırında ayran içerken söylediği şu sözü de teslimiyetçi dış politika izleyen Başbakan ve AKP yetkililerine hatırlatmamız gerekiyor: "Arkadaşlar, gidip Toros Dağları'na bakınız. Orada bir tek Yörük çadırı görüyorsanız, o çadırda bir duman tütüyorsa, bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez."
Evet…bizim ocaklarımızda hala duman tütüyor ve bu ocakların mensupları şehitlerimizin kanının sembolü olan ay-yıldızlı bayrağımızı ve şehitlerimizin kanıyla sulanan toprakları savunacak güçtedir.